Her yazı arasında öyle çok şey oluyor ki, sanki aylar, yıllar geçmiş gibi hissediyorum. Önce bi’ açıp neler olmuştu, nerede kalmıştık diye bakmam gerekiyor. Bir önceki yazı, blogdaki en sevdiğim yazı olmaya aday; az önce arayı kapatayım derken fark ettim. Kişisel, duygusal, iç dökmeli, anıları kaydetmeli. Yıllar sonra açıp baktığımda hislerimi hatırlat-malı, sizin de okurken biraz kalbinize dokun-malı. Rehber niteliği taşıyan yazıları arama motorları çok seviyor biliyorum, ama onlardan da ben hep keyif alamıyorum işte ne yapalım. 🙂 Bulutların ardından…
Bir şehre gittiğimizde ilk soruşturduğumuz şeylerden birisi ‘nerede yenilir/içilir‘ oluyor. Ee neticede kalbe giden yol mideden geçer! Yemeklerini sevdiğimizde bence o şehre karşı olan hislerimiz de başka bir boyuta ulaşıyor. Yeniden gidip deneyimlemek için can atıyoruz, eşe dosta anlatıyoruz, ansızın kendimizi ağzımızın suyu akarken…
Bodrum’a yerleşeli tam olarak 7 hafta geçti ve işin doğrusu, henüz daha bir kez bile aklımıza İstanbul gelmedi. Hızla, hiç yadırgamadan alıştık, benimsedik. Arkadaşlar ve aileyi bir yana koyduğumuzda, ne eski evimize, ne de şehre dair birşeye özlem hissettik. Bodrum özelinde ise ne kendimizi…
Turgutreis’ten çıkıp Akyarlar-Bağla-Karaincir rotasına doğru yola çıkan her tekne, ‘Akvaryum Koyu’ olarak bildiğimiz cam göbeği renkteki suyu olan muazzam bir koya uğrar. Haliyle, herkesin favorilerinden olan bu koy, Instagram sayfalarını renklendirecek türden efsane bir deniz ve suyun üzerinde uçarcasına sırt üstü yatarken çekilmiş fotoğrafların…
Bodrum’da ilk haftayı devirdik bile! Araya kısa ama anormal yoğun, Paris’e yaptığım bir iş seyahati girdiği için biraz sıradışı bir hafta olduğunu söyleyebilirim, ama yeni hayatımızın ilk haftasını tamamlamış bulunuyoruz. Peki nasıldı?! Neler İstanbul’dan farklıydı, neler değildi? Herşeyden önce, bizde işlerle ilgili bir değişiklik…
9 günlük Bayram tatili, kalabalığa, uzun ve yorucu yollara (yurtiçinde kalanlar için) ve kalabalıkla başa çıkamayan işletmelere rağmen yine de ilaç gibi geldi ve dinlenmiş, soluklanmış, denize ve güneşe doymuş (en azından bir süre), tabii bir de bir hayli esmerleşmiş olarak geri döndük. Tatille birlikte…
Geçtiğimiz hafta bayramın, yani yılın ilk tatili olan çok değerli 4 günlük kaçışın geliyor oluşuyla resmen içim içime sığmıyordu. İnsanın elinde ne az olursa daha çok kıymete biniyor haliyle. Bir yandan bayramları ‘eski bayramlar’ tadında ve ailemle kutlayamıyor olmanın hafif burukluğu vardı, öte yandan da…
Eskiden profesyonel makinam veya analog makinam (Canon AE-1’im benim canim) olmadan disariya ciktigim az olurdu. Oyle ki, nerdeyse markete, alisverise, sinemaya bile beraber giderdik. Tabii o zamanlar hayatimizda boyle pratik dokun-odakla-cek-editle turu fotograf ozelligine sahip olan telefonlar yoktu ve haliyle fotograf makinalarinin kiymetini daha…
Bayramlar seyranlar, tatil, okul kaydi vs. derken bir baktim Eylul ortasini bulmusuz neredeyse. Oysa tatil boyu blogda paylasacagim seyleri kafamda kurup duruyordum. Su an neredeyse hicbirini hatirlamamakla birlikte, hayatimda heyecanli ve yogun bir doneme adim atiyor ve bundan sonraki paylasimlarin nasil degisecegini dusunuyorum. Okul…